Folklorumuzun kurumsallaşmış bir metaforudur köçek. Katı ahlak anlayışının geçerli olduğu kırsal yörelerde hala uygulama alanı bulabilmektedir. Kadın kılığına girmiş erkek oyuncu olan köçek, bir kadın edasıyla zil takıp oynar, kıvırtır. Bu edasını allı güllü bol bir basma etek, abartılmış yapma göğüslerin gerdiği bir hırka, bıyıkları örten, desenli bir tülbent tamamlar. Ama boylu boslu, geniş omuzlu, dar kalçalı, sert adeleli, köşeli erkek bedeni ne kadar gizlenmeye çalışılsa da gene kendini ele verir. İzleyenler bilir ki, bu kadın aslında bir erkektir. İşin berbat yanı da buradadır. Erkeği kadın yerine koyma, öyle görmeye çalışma çarpık bir metafordur, doğal ve şiirsel bağlamından koparılmış bir metafordur, anti şiirseldir. Ayrıca burada, erkeği oğlancılığa özendiren bir tutuma girildiği de açıktır. Zaten cinselliği tabulaştırılmış, bir çıkış arayan kırsal delikanlı, karşısında dişil edayla köçeğin yarattığı metaforik imgeden fazlasıyla etkilenir. Kendi cinsine bakışının yedeğinde, köçekten esinlenen imge potansiyeli vardır artık.
Köçek, bir açıdan da kadın estetiğini, kadınsal erotik şiirselliği, erkek tınısıyla yaşama özlemini simgeler. Yani bir tek bedende erkek kadınlaşırken, kadın da erkekleşerek birleştirilir, bir çeşit hermoafrodit yaratılır. Bu hermoafrodit denklemiyle kadının toplumdaki rolünü “üreme” ve “bakıcılık”la sınırlandırmaya çalışan, kadına olan cinsel bağımlılığını bir türlü içine sindiremeyen erkek paradigması iyice açığa çıkar. Aynı paradigma köçek metaforu aracılığıyla kısıtlı bir pratiksel alanda da olsa, simgesel boyutlarda da olsa, kadının cinsel rolünü çalar.
Öte yandan köçekliği kurumsallaştıran şeyin, büyük ölçüde erkek tarafından şekillendirilmiş ahlak anlayışı olduğuna kuşku yoktur. Ahlakından pek ödün vermeye yanaşmayan erkek, kadının oyundaki özgün işlevinden de vazgeçemez. Bu iki arada bir derede kalma konumundan köçekle kurtulur. Kadının toplum içinde, salına salına oynamasına yasak getiren “ahlak” erkeğin kadın kılığına girip kadın gibi oynamasına ses çıkarmaz. Ancak, doğanın belirlediği rollerin, insan eliyle böyle ters yüz edilip tekrar dağıtılmasını doğa bağışlamaz. Ortaya çıkan estetik, kaba, çirkin, ne kadın ne erkek, antişiirsel bir köçek estetiğidir. Kadın bedeninin erkek bedenine “sentetik” bir şekilde transferiyle oluşan “transseksüel” bir estetiktir.
İnsanın aklına şu gelebilir, erkek üstünlüğünün her bağlamda adeta normatifleştiği bir toplumsal yapıda, nasıl oluyor da erkek, kadın kılığına girip, onun gibi davranmaya rıza gösterebiliyor? Sanırım bunun yanıtı, kadına tanınacak oynama özgürlüğü, erkeği yücelten, kadını “günaha çağrı” olarak gören “ahlak” anlayışında önemli bir kırılma noktası oluşturacağından kaygılanmasıdır. Bu kaygıdan ötürü erkek, kendinin komik, hatta küçük düşmesini göze alarak köçekliği kabullenir.
Köçeklik için bir simülasyondur da diyebiliriz. Elbette her simülasyon gibi gerçeklik yanılsaması oluşturur. Köçek bu yanılsamanın simularkıdır. Olmayanı “olan” gibi gösterme hilesi simülasyon günümüzün elektronik, sanal ortamlarında doruğa çıkmış bu alandaki teknik beceri, inandırıcılık köçekliği kat kat aşmıştır. Bir bakıma çağımız “mükemmel köçeklik” çağıdır. Neredeyse her şey, aslı gibi değil. Bu dediğim olgu, belki de en çok sanat alanında gözleniyor, kendini duyuruyor. Öyle ki, ne yana baksanız kendini sanatçı, yaptığı işi sanat diye tanımlayan birilerini görüyorsunuz. Nasıl, bir kadın gibi zarif davranmaya çalıştıkça, hareketleri kaba saba bir hal alan köçek, antişiirsel bir metaforsa, sanatçının da aynı şekilde kaba, düzeysiz metaforları doldurmuş ortalığı. Sahici olan ile olmayan ayırt edilemez hale gelmiş. Oysa biraz dikkatli bir yaklaşım bu işin sahicisi ile sahtesini ayırmaya yeter. Çünkü aradaki fark, bir “köçek” ile “kadın” arasındaki fark kadar belirgin.
Sanatçının, özelde şairin böyle köçekleştirilmesi, sahicisinin yerini sahtesinin alması kasıtlı bir şey, düzenlenen bir şeydir. Sanatsal algısı, beğenisi kuvvetlendirilmiş bir toplum sıradan bir modele, gelişigüzel kalıplara sokulamayacağı gibi, ona bir takım çirkinliklerin “güzellik” diye yutturulması da zor olur. Bu zorluğun aşılmak istenmesinden dolayı sanatçı, bir köçek metaforuna dönüştürülürken, sanat da gerçeklikten kopartılır. Sanat adına bütün değerlerin içinde kar gibi eridiği kitle kültürünün yanılsamalı gerçekliği geçerli kılınır. Tıpkı bugün olduğu gibi bir simülasyon başlar. Bu simülasyonun amacı, gerçeklerin olanca eziciliğine rağmen, herkesi her şei ortalama bir kültüre çekmek, sınıfların, statülerin arasındaki ayrımın pratik yansımalarını ve bu yansımaların yol açtığı tepkisel düşünceleri silmektir. İyi, kötü, güzel, çirkin kavramlarını tahrip ederek, kitle kültürün eklemlenmesini sağlamaktır. Bunun anlamı, muhalif değer sisteminlerinin, ideolojilerin yaratılan köçeksi kültürler hızının kesilmesi, kavramsal, imgesel söylemlerinin kitlelere “gerçeği” gösteremez duruma gelmesidir.
Belki köçeklere artık eskisi kadar sık rastlanmıyor. Belki de köçeklik artık tarihe karışıyor. Ama bu metaforun özü, yukarda da gösterdiğim gibi, başka bağlamlada, başka kavramlar altında tüm hızıyla sürüyor. Toplum aslından uzak, gerçekçilikten uzak bir “köçek estetiği”ne mahkum ediliyor. Ondan sonra da birileri iri göğüslerini kameralara göstere göstere, benim kasetim bir milyon sattı, ben sanatçıyım diyebiliyor; başka birileri de onu canı gönülden alkışlıyor. Başka birileri çıkıyor hiçbir geçmişi, çabası olmadan, beş dakikada yazdıklarını şiir, kendini şair ilan ediyor. Köçekleşen kültürde birileri, Fazıl Saylar’dan, Melih Cevdetler’den, Fazıl Hüsnüler’den ağır basıyor. Tabi bu ağır basış, antişiirsel bir estetikle gün ve gün tütsülenmiş bir toplumun kantarın topuzunu kaçırmasından kaynaklanıyor. Zaman, aslında neyin ağır basacağını yanılmaz bir şekilde tayin edecekse de, bugünü doğru dürüst yaşamaya çalışanların bundan sıkıntı duymamaları mümkün değildir. Ne yazık ki, bu sıkıntıyı duyacağız. Nedeni açık, antişiirsel köçek estetiğinin egemen kılındığı, köçeklerin makbule geçtiği zamandayız.
Not: Karazin (Nisan-Mayıs) 2.Sayısında yayımlanmıştır
Fotoğraf kaynak
Folklorumuzun kurumsallaşmış bir metaforudur köçek. Katı ahlak anlayışının geçerli olduğu kırsal yörelerde hala uygulama alanı bulabilmektedir. Kadın kılığına girmiş erkek oyuncu olan köçek, bir kadın edasıyla zil takıp oynar, kıvırtır. Bu edasını allı güllü bol bir basma etek, abartılmış yapma göğüslerin gerdiği bir hırka, bıyıkları örten, desenli bir tülbent tamamlar. Ama boylu boslu, geniş omuzlu, dar kalçalı, sert adeleli, köşeli erkek bedeni ne kadar gizlenmeye çalışılsa da gene kendini ele verir. İzleyenler bilir ki, bu kadın aslında bir erkektir. İşin berbat yanı da buradadır. Erkeği kadın yerine koyma, öyle görmeye çalışma çarpık bir metafordur, doğal ve şiirsel bağlamından koparılmış bir metafordur, anti şiirseldir. Ayrıca burada, erkeği oğlancılığa özendiren bir tutuma girildiği de açıktır. Zaten cinselliği tabulaştırılmış, bir çıkış arayan kırsal delikanlı, karşısında dişil edayla köçeğin yarattığı metaforik imgeden fazlasıyla etkilenir. Kendi cinsine bakışının yedeğinde, köçekten esinlenen imge potansiyeli vardır artık.
Köçek, bir açıdan da kadın estetiğini, kadınsal erotik şiirselliği, erkek tınısıyla yaşama özlemini simgeler. Yani bir tek bedende erkek kadınlaşırken, kadın da erkekleşerek birleştirilir, bir çeşit hermoafrodit yaratılır. Bu hermoafrodit denklemiyle kadının toplumdaki rolünü “üreme” ve “bakıcılık”la sınırlandırmaya çalışan, kadına olan cinsel bağımlılığını bir türlü içine sindiremeyen erkek paradigması iyice açığa çıkar. Aynı paradigma köçek metaforu aracılığıyla kısıtlı bir pratiksel alanda da olsa, simgesel boyutlarda da olsa, kadının cinsel rolünü çalar.
Öte yandan köçekliği kurumsallaştıran şeyin, büyük ölçüde erkek tarafından şekillendirilmiş ahlak anlayışı olduğuna kuşku yoktur. Ahlakından pek ödün vermeye yanaşmayan erkek, kadının oyundaki özgün işlevinden de vazgeçemez. Bu iki arada bir derede kalma konumundan köçekle kurtulur. Kadının toplum içinde, salına salına oynamasına yasak getiren “ahlak” erkeğin kadın kılığına girip kadın gibi oynamasına ses çıkarmaz. Ancak, doğanın belirlediği rollerin, insan eliyle böyle ters yüz edilip tekrar dağıtılmasını doğa bağışlamaz. Ortaya çıkan estetik, kaba, çirkin, ne kadın ne erkek, antişiirsel bir köçek estetiğidir. Kadın bedeninin erkek bedenine “sentetik” bir şekilde transferiyle oluşan “transseksüel” bir estetiktir.
İnsanın aklına şu gelebilir, erkek üstünlüğünün her bağlamda adeta normatifleştiği bir toplumsal yapıda, nasıl oluyor da erkek, kadın kılığına girip, onun gibi davranmaya rıza gösterebiliyor? Sanırım bunun yanıtı, kadına tanınacak oynama özgürlüğü, erkeği yücelten, kadını “günaha çağrı” olarak gören “ahlak” anlayışında önemli bir kırılma noktası oluşturacağından kaygılanmasıdır. Bu kaygıdan ötürü erkek, kendinin komik, hatta küçük düşmesini göze alarak köçekliği kabullenir.
Köçeklik için bir simülasyondur da diyebiliriz. Elbette her simülasyon gibi gerçeklik yanılsaması oluşturur. Köçek bu yanılsamanın simularkıdır. Olmayanı “olan” gibi gösterme hilesi simülasyon günümüzün elektronik, sanal ortamlarında doruğa çıkmış bu alandaki teknik beceri, inandırıcılık köçekliği kat kat aşmıştır. Bir bakıma çağımız “mükemmel köçeklik” çağıdır. Neredeyse her şey, aslı gibi değil. Bu dediğim olgu, belki de en çok sanat alanında gözleniyor, kendini duyuruyor. Öyle ki, ne yana baksanız kendini sanatçı, yaptığı işi sanat diye tanımlayan birilerini görüyorsunuz. Nasıl, bir kadın gibi zarif davranmaya çalıştıkça, hareketleri kaba saba bir hal alan köçek, antişiirsel bir metaforsa, sanatçının da aynı şekilde kaba, düzeysiz metaforları doldurmuş ortalığı. Sahici olan ile olmayan ayırt edilemez hale gelmiş. Oysa biraz dikkatli bir yaklaşım bu işin sahicisi ile sahtesini ayırmaya yeter. Çünkü aradaki fark, bir “köçek” ile “kadın” arasındaki fark kadar belirgin.
Sanatçının, özelde şairin böyle köçekleştirilmesi, sahicisinin yerini sahtesinin alması kasıtlı bir şey, düzenlenen bir şeydir. Sanatsal algısı, beğenisi kuvvetlendirilmiş bir toplum sıradan bir modele, gelişigüzel kalıplara sokulamayacağı gibi, ona bir takım çirkinliklerin “güzellik” diye yutturulması da zor olur. Bu zorluğun aşılmak istenmesinden dolayı sanatçı, bir köçek metaforuna dönüştürülürken, sanat da gerçeklikten kopartılır. Sanat adına bütün değerlerin içinde kar gibi eridiği kitle kültürünün yanılsamalı gerçekliği geçerli kılınır. Tıpkı bugün olduğu gibi bir simülasyon başlar. Bu simülasyonun amacı, gerçeklerin olanca eziciliğine rağmen, herkesi her şei ortalama bir kültüre çekmek, sınıfların, statülerin arasındaki ayrımın pratik yansımalarını ve bu yansımaların yol açtığı tepkisel düşünceleri silmektir. İyi, kötü, güzel, çirkin kavramlarını tahrip ederek, kitle kültürün eklemlenmesini sağlamaktır. Bunun anlamı, muhalif değer sisteminlerinin, ideolojilerin yaratılan köçeksi kültürler hızının kesilmesi, kavramsal, imgesel söylemlerinin kitlelere “gerçeği” gösteremez duruma gelmesidir.
Belki köçeklere artık eskisi kadar sık rastlanmıyor. Belki de köçeklik artık tarihe karışıyor. Ama bu metaforun özü, yukarda da gösterdiğim gibi, başka bağlamlada, başka kavramlar altında tüm hızıyla sürüyor. Toplum aslından uzak, gerçekçilikten uzak bir “köçek estetiği”ne mahkum ediliyor. Ondan sonra da birileri iri göğüslerini kameralara göstere göstere, benim kasetim bir milyon sattı, ben sanatçıyım diyebiliyor; başka birileri de onu canı gönülden alkışlıyor. Başka birileri çıkıyor hiçbir geçmişi, çabası olmadan, beş dakikada yazdıklarını şiir, kendini şair ilan ediyor. Köçekleşen kültürde birileri, Fazıl Saylar’dan, Melih Cevdetler’den, Fazıl Hüsnüler’den ağır basıyor. Tabi bu ağır basış, antişiirsel bir estetikle gün ve gün tütsülenmiş bir toplumun kantarın topuzunu kaçırmasından kaynaklanıyor. Zaman, aslında neyin ağır basacağını yanılmaz bir şekilde tayin edecekse de, bugünü doğru dürüst yaşamaya çalışanların bundan sıkıntı duymamaları mümkün değildir. Ne yazık ki, bu sıkıntıyı duyacağız. Nedeni açık, antişiirsel köçek estetiğinin egemen kılındığı, köçeklerin makbule geçtiği zamandayız.
Not: Karazin (Nisan-Mayıs) 2.Sayısında yayımlanmıştır
Fotoğraf kaynak