Archives for: Ağustos 2015

Turgut Uyar’ın yazdığı tiyatro oyununun ilk sayfası (Hayri Turgut Uyar’ın Arşivinden)

TurgutUyar

Turgut Uyar’ın yazdığı ama yayımlamadığı tiyatro oyununun ilk sayfası. Bir başlık sayfası yok ama bazı notlarda adı “Veys el Karani” olarak geçiyor. Pelür kağıda daktilo edildiği için epey hasar görmüş ama hasar daha çok başlardaki ve sonlardaki sayfalarda.


Kaynak : H.Turgut Uyar

"Turgut Uyar’ın yazdığı ama yayımlamadığı tiyatro oyununun ilk sayfası. Bir başlık sayfası yok ama bazı notlarda adı “Ve...

Devamı »

Yazıcılığın Yirminci Senesinde (Sait Faik)

Sait Faik

     Kişi kendi kendisini tartabilseydi şu edebiyat ve gazetecilik alanında kaç kişi kalırdı?.. Yirmi senedir yazı yazarım; iyi kötü. Ne beni överlerse yutarım, ne de söverlerse fazla yüksünürüm.
     Hem bana kalırsa yazıcılık işinde, insanın yazıları pek ahım şahım olmasa da zararı yok pek. Elverir ki, namuslu olalım: Kalemimizi ne devlete, ne patrona, ne de hattâ millete (demagoji yapmayı, efkârı umumiye denilen mikrobu kastederek söylüyorum) satalım. Dahası var. En korktuğumuz mahlûk olan münekkide, hattâ okuyucuya bile beğendirmek gayesiyle yazı yazmadığıma göre kendimi yazıcı saymakta hakkım var mıydı,

     Kişi kendi kendisini tartabilseydi şu edebiyat ve gazetecilik alanında kaç kişi kalırdı?.. Yirmi senedir yazı yazar...

Devamı »

“İnadı inat Orhan ölmedi…” (Fikret Otyam)

Sofya – 6 Haziran 1970

     Otel Rila’nın dördüncü katında bir odanın balkonundan sokağa bakıyorum. Otelin kapısında üç otomobil duruyor, bir tanesi İstanbul plakalı. Kapalı bir otomobil daha geldi, yanında boydan boya “Balkan Turist” yazısı var. Saat, sabahın beşi… Yarım saattir bu otomobili bekliyorum.
     Sofya uyuyor.
     Kuşlar ötüyor bir tuhaf, yoksa bana mı öyle geliyor ne?
     Hava, hafif puslu. Seher, seher serinliği.
     Ogledalo (küçük park) yakınındayım. Çok yakınımda kumrular bir acı, “Üsküdaraaa… Üsküdaraaa.” diyor sanki…
     Şoför, Balkan Turist yazılı arabanın yan kapılarını açtı…
Kıpkırmızı gülleri gördüm ilk kez.

Sofya - 6 Haziran 1970      Otel Rila’nın dördüncü katında bir odanın balkonundan sokağa bakıyorum. Otelin kapısında üç...

Devamı »

Bir anti şiirsellik: köçek metaforu (Vefa Önal)

     Folklorumuzun kurumsallaşmış bir metaforudur köçek. Katı ahlak anlayışının geçerli olduğu kırsal yörelerde hala uygulama alanı bulabilmektedir. Kadın kılığına girmiş erkek oyuncu olan köçek, bir kadın edasıyla zil takıp oynar, kıvırtır. Bu edasını allı güllü bol bir basma etek, abartılmış yapma göğüslerin gerdiği bir hırka, bıyıkları örten, desenli bir tülbent tamamlar. Ama boylu boslu, geniş omuzlu, dar kalçalı, sert adeleli, köşeli erkek bedeni ne kadar gizlenmeye çalışılsa da gene kendini ele verir. İzleyenler bilir ki, bu kadın aslında bir erkektir. İşin berbat yanı da buradadır. Erkeği kadın yerine koyma, öyle görmeye çalışma çarpık bir metafordur, doğal ve şiirsel bağlamından koparılmış bir metafordur, anti şiirseldir. Ayrıca burada, erkeği oğlancılığa özendiren bir tutuma girildiği de açıktır. Zaten cinselliği tabulaştırılmış, bir çıkış arayan kırsal delikanlı, karşısında dişil edayla köçeğin yarattığı metaforik imgeden fazlasıyla etkilenir. Kendi cinsine bakışının yedeğinde, köçekten esinlenen imge potansiyeli vardır artık.

     Folklorumuzun kurumsallaşmış bir metaforudur köçek. Katı ahlak anlayışının geçerli olduğu kırsal yörelerde hala uyg...

Devamı »

İyi Bir Güneş (Ece Ayhan Çağlar – Hikâye)

“Dost Dergisi”nin Ekim 1958 yılında yayımlanan  3. cilt 13. sayısından bir Ece Ayhan Çağlar hikâyesi…


 

“Öldüğüm zaman çiçek göndermeyin benim çiçeklerim var”
Miss LU

 

Güneşli bir Pazar sabahı. Tatlı Bela geldi. Bir Pazar sabahı dışarıda. Geldi ödünç para istedi benden biraz. Altımda iskemle masada oturuyordum. Pencerenin önünde. Bahçeden geçtiğini görmemiştim. Radyoyu kıstım, gazeteyi bıraktım. İkimizin de gözlerinde ayrı ayrı anlamlara gelen tümleçlerin sonundaki soru işareti var. Aynı soru işareti.
                Ne kadar dedim.
                Şu kadar dedi. Saçlarını karıştırırken gülümsüyordu. Laden ağaçları gibi sallanıyor da. İstediğim pikap iğnelerini de getirmiş, küçük teneke kutusuyla cebinden çıkarıp elimin yanına, masaya koydu. Kente sık sık inemiyordum.
Deniz var önce. 
                Peki dedim. Biliyorsun..
                Evet dedi. Gülümsüyordu.
                Bir iki söz daha ettik. Dışarısı güneşle dolu.
                Sonra yüz seksen derece döndü birden. Bereket kapı arkasındaydı. Acele ediyor. Geldiğinde açık olan kapıyı çekti. Merdiveni indiğini duymamak için radyonun esini yükselttim.

"Dost Dergisi"nin Ekim 1958 yılında yayımlanan  3. cilt 13. sayısından bir Ece Ayhan Çağlar hikâyesi...   “Öldüğüm...

Devamı »

Kazanan Hep Jüridir! (Zafer Yalçınpınar)

Neredeyse herkes tarafından biliniyor; edebiyat ödülleri ile ödüllendirme sistematiğine karşı müthiş tepkiliyiz ve yıllardır canımızla, kanımızla büyük bir mücadele veriyoruz. Şu hakikati ortaya koyalım hemen: Ödüllendirme sistematiği, egosantrik yemlerle devam eden bir haksızlık yordamıdır. Ödüllendirme sisteminin bileşenleri, insan evlâdını melanete götürecek ‘geribeslemeli, geribildirimli bir düzenek’ şeklinde tasarlanmıştır. Bu sarmal düzenek, Türkiye’de ilk kez 1950’li yıllarda “Güdümlü Edebiyat” başlığı altında uygulanmaya başlanmış ve 65 yıldır edebiyatı, genç yazar ve şairleri kıskaçlarının içinde tutmayı başarmıştır. Bu düzeneğin yapısı çok karmaşık değildir aslında: Statüko dağıtarak statüko cukkalamak ve statüko cukkalayarak statüko dağıtmak! Saygınlık dağıtıp saygınlık elde etmek ve saygınlık elde edip saygınlık dağıtmak! Tezgâh, geribeslemeli, geribildirimli bir ilişkiyle devam ediyor… Edebiyat sosyolojisi üzerine çalışmış olan Taha Hüseyin, bir konferansında mevcut düzeneği ‘namussuz bir iktisadi ilişki’ olarak tanımlar. Bu düzenek, Yeni Kapitalizm’in

Neredeyse herkes tarafından biliniyor; edebiyat ödülleri ile ödüllendirme sistematiğine karşı müthiş tepkiliyiz ve yılla...

Devamı »