“İnadı inat Orhan ölmedi…” (Fikret Otyam)

Sofya – 6 Haziran 1970

     Otel Rila’nın dördüncü katında bir odanın balkonundan sokağa bakıyorum. Otelin kapısında üç otomobil duruyor, bir tanesi İstanbul plakalı. Kapalı bir otomobil daha geldi, yanında boydan boya “Balkan Turist” yazısı var. Saat, sabahın beşi… Yarım saattir bu otomobili bekliyorum.
     Sofya uyuyor.
     Kuşlar ötüyor bir tuhaf, yoksa bana mı öyle geliyor ne?
     Hava, hafif puslu. Seher, seher serinliği.
     Ogledalo (küçük park) yakınındayım. Çok yakınımda kumrular bir acı, “Üsküdaraaa… Üsküdaraaa.” diyor sanki…
     Şoför, Balkan Turist yazılı arabanın yan kapılarını açtı…
Kıpkırmızı gülleri gördüm ilk kez.
     Fotoğraf makinasını açtım, denklanşöre bastım. “çıt…” “çıt”la beraber ekran içine bir tabut girdi, cilâlı… Kocaman bir tabut…
     -Haydi Fikret…
     Aşağıdan Necati Cumalı sesleniyor… İşaret ediyorum, “tamam” diye… Paketleri, valizleri yükleniyoruz.
     Balkan Turist yazılı otomobilin yanındayım… Güllere bakıyorum, bir Bulgar bayan ressamının çiziktirdiği camlı çerçeveli portreyi güllerin arasına, tabutun yanına koyuyoruz…
     “Amma gelirmişsin yahu, kaç gündür bekliyorum…”
     “Geldik ya, sen ona bak… N’aber ihtiyar?”
      “İhtiyar” bir tuhaf bakıyor…
Nevzat Üstün anlattı beni nasıl beklediğini, ama iş çıktı be Orhan, Erzurum’a gittim, yazılar mazılar derken anca gelebildim… Ne diyordun son mektubunda? “Epey gırgır birikti, Sofya’da buluşuruz, anlatacak çok şey var” anlat bakalım ihtiyar…
      Kıpkırmızı güllere değiyorum, tabut cilâlı, ceviz renginde…
      Konuşuyoruz… Konuşuyoruz… Boğazıma bir şeyler takılıyor, ağlamak istemiyorum, serde erkeklik var ya, erkekliğim tutmuyor…
      Şoför yan kapıları kapatıyor…
      Saat beş buçuk… Balkan Turist yazılı otomobil homurdanıyor, sonra diğerleri… El sallıyoruz ardından…
      Sofya uyuyor… Ankara, İstanbul uyuyor… Orhan Kemal uyuyor, ama uyanmamacasına!..
      Otel Rila’nın önünde, parke taşların üstünde eşim Ayten’le kalıveriyoruz, bir öksü…
      Sofya, geceden yıkanmış, aklanmış… Parke aşları güneşin ilk ışıklarıyla pırıldıyor.
      Grdska Gradina’da (Şehir Parkı) yine kuşlar ötüyor…
      Grand Otel Bulgari’nin dördüncü katında 169 numarada kalıyoruz… Kat bakıcısı Emine Mustafa “Çok yandık sizin romancıya… Epten nafileydi son gün” diyor…
      Bir hafta sonra yeniden dönüyoruz Ayten’le Sofya’ya… Aynı otelin aynı katında, bu sefer 170 numara daha büyücek bir oda… Yataklar yan yana… Bir divan var ötede, masalar ve de kocaman bir radyo…

Sofya – 14 Haziran 1970

     Sabah 08:25 Ayten radyoyu karıştırıyor, kısa dalgada, adamın yüreğini ezip büzen bir uzun hava… Spiker biraz sonra “Burası Budapeşte radyosu, sayın dinleyiciler şimdi edebiyat proğramına başlıyoruz” diyor ve acı haberi tekrarladıktan sonra “Şimdi büyük romancı Orhan Kemal’in Medeniyet Yuları hikâyesini okuyoruz” diye devam ediyor…

*     *     *     *     *     *

      Emine Mustafa, “Epten nafileydi” diyor… “Ti  şuracıkta oturup ep yazardı…” diye anlatıyor…
Uzandığım yataktan doğruluyorum… Orhan bu yatakta hastalandı, bu odada… O’nu Memleket hastanesine götürdüler… Doktorlar baktılar ki Orhan’ın o cânım yüreği artık “epten” gitmiş!.. Zorla yatırıyorlar hastaneye… Hastane bir ormanın içinde, hastane kokusu falan yok… Başhekim yardımcısı anlatıyor Orhan’ın hastaneye nasıl getirildiğini, yapılan tedavileri… İlk günleri iyi, konuşuyor, şakalaşıyor sonra fenalaşıyor… Ama Orhan sevmezdi hasta döşeğinde ölmeyi… “İnsan ölünce cart diye ölmeli, altına oturak moturak sürülmeden…”. Aynen, ama aynen istediği gibi ölüyor Orhan… Cismen…
      Orhan’ın beynine giden damarlar tıkandığı zaman Orhan ayaktaydı… Düştü yere… Yatağına kaldırıp koydular… Yine direndi Orhan yaşamak için 2 Haziran 1970 salı günü saat 21:15’e kadar… Sonra otopsi yaptılar doktorlar, açtılar içini, bir de baktılar ki bu Orhan’da da “Doktor beyler yürek gördüler, yürekte ne gördüler? Yürekte memleket gördüler…” Halim Güzelson’un Orhan Veli için yazdığı, dediği gibi…
     Sonra balsame yaptılar bir ay için, mumya gibi bir şey… Klinik şefi de geldi odaya, başhekimin yanına. O da anlattı son anlarını, ağlıyordu doktor, çok ama çok güzel şeyler söylüyorlardı O’nun için… “Eserlerini okuduğumuz zaman zaten tanımıştık O’nu.”
    Orhan, Sofya’da dost bir ülkede 2 Haziran 1970 saat 21:15’te yeniden yazmaya başladı…
    Baksanıza, O’nun sağlığında elden gelen hergeleliği yapanlar, etmediklerini koymayanlar, sömürenler, çekiştirenler, kıskananlar, dedikodu edenler, sırtından han hamam yaptıranlar, dişiler, erkekler, yazarlar, çizerler, gözünü oyanlar, işlerini bozanlar, itler, köpekler ardından şimdi ağıt söylüyorlar, mangalda kül bırakmadan!.. Vasiyetini yerine getirip bunlardan üççüne, kınalarını göndereceğim, iyi bir yaksınlar… İnadı inat Orhan ölmedi, dertlerine yansınlar.


Dost dergisi / Sayı : 69 / Temmuz 1970
Not: Altında ‘Fikret Otyam’ yazılı olan fotoğraflar Dost dergisinden alınmıştır.
Altında isim olmayanlar ise Türkiye Defteri’nin 1974 Ağustos ayında yayımlanan sayısından alınmıştır.

Sofya – 6 Haziran 1970

     Otel Rila’nın dördüncü katında bir odanın balkonundan sokağa bakıyorum. Otelin kapısında üç otomobil duruyor, bir tanesi İstanbul plakalı. Kapalı bir otomobil daha geldi, yanında boydan boya “Balkan Turist” yazısı var. Saat, sabahın beşi… Yarım saattir bu otomobili bekliyorum.
     Sofya uyuyor.
     Kuşlar ötüyor bir tuhaf, yoksa bana mı öyle geliyor ne?
     Hava, hafif puslu. Seher, seher serinliği.
     Ogledalo (küçük park) yakınındayım. Çok yakınımda kumrular bir acı, “Üsküdaraaa… Üsküdaraaa.” diyor sanki…
     Şoför, Balkan Turist yazılı arabanın yan kapılarını açtı…
Kıpkırmızı gülleri gördüm ilk kez.
     Fotoğraf makinasını açtım, denklanşöre bastım. “çıt…” “çıt”la beraber ekran içine bir tabut girdi, cilâlı… Kocaman bir tabut…
     -Haydi Fikret…
     Aşağıdan Necati Cumalı sesleniyor… İşaret ediyorum, “tamam” diye… Paketleri, valizleri yükleniyoruz.
     Balkan Turist yazılı otomobilin yanındayım… Güllere bakıyorum, bir Bulgar bayan ressamının çiziktirdiği camlı çerçeveli portreyi güllerin arasına, tabutun yanına koyuyoruz…
     “Amma gelirmişsin yahu, kaç gündür bekliyorum…”
     “Geldik ya, sen ona bak… N’aber ihtiyar?”
      “İhtiyar” bir tuhaf bakıyor…
Nevzat Üstün anlattı beni nasıl beklediğini, ama iş çıktı be Orhan, Erzurum’a gittim, yazılar mazılar derken anca gelebildim… Ne diyordun son mektubunda? “Epey gırgır birikti, Sofya’da buluşuruz, anlatacak çok şey var” anlat bakalım ihtiyar…
      Kıpkırmızı güllere değiyorum, tabut cilâlı, ceviz renginde…
      Konuşuyoruz… Konuşuyoruz… Boğazıma bir şeyler takılıyor, ağlamak istemiyorum, serde erkeklik var ya, erkekliğim tutmuyor…
      Şoför yan kapıları kapatıyor…
      Saat beş buçuk… Balkan Turist yazılı otomobil homurdanıyor, sonra diğerleri… El sallıyoruz ardından…
      Sofya uyuyor… Ankara, İstanbul uyuyor… Orhan Kemal uyuyor, ama uyanmamacasına!..
      Otel Rila’nın önünde, parke taşların üstünde eşim Ayten’le kalıveriyoruz, bir öksü…
      Sofya, geceden yıkanmış, aklanmış… Parke aşları güneşin ilk ışıklarıyla pırıldıyor.
      Grdska Gradina’da (Şehir Parkı) yine kuşlar ötüyor…
      Grand Otel Bulgari’nin dördüncü katında 169 numarada kalıyoruz… Kat bakıcısı Emine Mustafa “Çok yandık sizin romancıya… Epten nafileydi son gün” diyor…
      Bir hafta sonra yeniden dönüyoruz Ayten’le Sofya’ya… Aynı otelin aynı katında, bu sefer 170 numara daha büyücek bir oda… Yataklar yan yana… Bir divan var ötede, masalar ve de kocaman bir radyo…

Sofya – 14 Haziran 1970

     Sabah 08:25 Ayten radyoyu karıştırıyor, kısa dalgada, adamın yüreğini ezip büzen bir uzun hava… Spiker biraz sonra “Burası Budapeşte radyosu, sayın dinleyiciler şimdi edebiyat proğramına başlıyoruz” diyor ve acı haberi tekrarladıktan sonra “Şimdi büyük romancı Orhan Kemal’in Medeniyet Yuları hikâyesini okuyoruz” diye devam ediyor…

*     *     *     *     *     *

      Emine Mustafa, “Epten nafileydi” diyor… “Ti  şuracıkta oturup ep yazardı…” diye anlatıyor…
Uzandığım yataktan doğruluyorum… Orhan bu yatakta hastalandı, bu odada… O’nu Memleket hastanesine götürdüler… Doktorlar baktılar ki Orhan’ın o cânım yüreği artık “epten” gitmiş!.. Zorla yatırıyorlar hastaneye… Hastane bir ormanın içinde, hastane kokusu falan yok… Başhekim yardımcısı anlatıyor Orhan’ın hastaneye nasıl getirildiğini, yapılan tedavileri… İlk günleri iyi, konuşuyor, şakalaşıyor sonra fenalaşıyor… Ama Orhan sevmezdi hasta döşeğinde ölmeyi… “İnsan ölünce cart diye ölmeli, altına oturak moturak sürülmeden…”. Aynen, ama aynen istediği gibi ölüyor Orhan… Cismen…
      Orhan’ın beynine giden damarlar tıkandığı zaman Orhan ayaktaydı… Düştü yere… Yatağına kaldırıp koydular… Yine direndi Orhan yaşamak için 2 Haziran 1970 salı günü saat 21:15’e kadar… Sonra otopsi yaptılar doktorlar, açtılar içini, bir de baktılar ki bu Orhan’da da “Doktor beyler yürek gördüler, yürekte ne gördüler? Yürekte memleket gördüler…” Halim Güzelson’un Orhan Veli için yazdığı, dediği gibi…
     Sonra balsame yaptılar bir ay için, mumya gibi bir şey… Klinik şefi de geldi odaya, başhekimin yanına. O da anlattı son anlarını, ağlıyordu doktor, çok ama çok güzel şeyler söylüyorlardı O’nun için… “Eserlerini okuduğumuz zaman zaten tanımıştık O’nu.”
    Orhan, Sofya’da dost bir ülkede 2 Haziran 1970 saat 21:15’te yeniden yazmaya başladı…
    Baksanıza, O’nun sağlığında elden gelen hergeleliği yapanlar, etmediklerini koymayanlar, sömürenler, çekiştirenler, kıskananlar, dedikodu edenler, sırtından han hamam yaptıranlar, dişiler, erkekler, yazarlar, çizerler, gözünü oyanlar, işlerini bozanlar, itler, köpekler ardından şimdi ağıt söylüyorlar, mangalda kül bırakmadan!.. Vasiyetini yerine getirip bunlardan üççüne, kınalarını göndereceğim, iyi bir yaksınlar… İnadı inat Orhan ölmedi, dertlerine yansınlar.


Dost dergisi / Sayı : 69 / Temmuz 1970
Not: Altında ‘Fikret Otyam’ yazılı olan fotoğraflar Dost dergisinden alınmıştır.
Altında isim olmayanlar ise Türkiye Defteri’nin 1974 Ağustos ayında yayımlanan sayısından alınmıştır.